Ebru Voyvoda: Küresel ekonomik düzen yeni bir döneme giriyor
Namık Alkan
İZMİR – Türkiye ekonomisinin 3 yıllık yol haritası olan Orta Vadeli Program’ın (OVP) makroekonomik hedeflerindeki tutarsızlıklar tartışılmaya devam ediyor. Büyüme, cari açık ve enflasyon hedeflerine nasıl ulaşılacağı soru işareti olmaya devam ediyor. Türkiye’nin 2000’li yıllar boyunca yaşadığı büyüme süreci ve bu süreçte uygulanan politika ve tercihlerin, bugün yaşadığımız çok yönlü ve önemli yapısal sorunların da belirleyicisi olduğu belirtiliyor. Bu sorunların başında kronikleşen ve ciddi boyutlara ulaşan cari açık geliyor. Öte yandan OVP’de dünya ekonomisindeki gelişmelerin Türkiye ekonomisini nasıl etkileyebileceğine ilişkin net ipuçlarının bulunmadığı belirtiliyor.
ODTÜ Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ebru Voyvoda ile Orta Vadeli Program ve buna bağlı olarak küresel ekonomik düzeni konuştuk.
‘OVP AÇIK BİR REHBERLİK İÇERMEZ’
Türkiye ekonomisinin 3 yıllık yol haritası olan Orta Vadeli Program (OVP) nasıl bir gelişme öngörüyor?
OVP, hazırlanmakta olan On İkinci Kalkınma Planı’nın (2024-2028) genel çerçevesi doğrultusunda hedeflerini oldukça kapsamlı bir şekilde ortaya koyuyor. Tüm bu kapsamlı hedeflere ulaşmak için kendi içinde dengeli, ekonominin güçlü ve zayıf yönlerinin ve yapısal sorunlarının farkında olan, bu sorunların yarattığı kısıtlar altında hedefleri analiz eden, makroekonomik ve yapısal dönüşüm politikalarını ortaya koyan bir yaklaşım. orta-uzun vadede geniş bir perspektifle. Gerektirir.
OVP’nin kısa-orta vadeli makroekonomik hedeflerinin tutarsızlıkları ve imkansızlıkları kamuoyunda geniş çapta tartışılmaktadır. İşte 2026 yılına kadar yüzde 4-5 civarında olması beklenen büyüme oranlarına rağmen, 2022’de GSYİH’nın yüzde 5,3’üne ulaşan ve 2023 için yüzde 4 olacağı varsayılan cari açık 2026’da nasıl yüzde 2,3 olacak? 2023 için yüzde 65 olacağı iddia edilen yıl sonu tüketici fiyatları enflasyonunun 2024’te yüzde 33’e, 2025’te yüzde 15,2’ye, 2026’da ise yüzde 8,5’e nasıl düşebileceği sorusu ortada. TCMB’nin her zaman farklı şekillerde müdahale ederek makul düzeyde tutmaya çalıştığı döviz kurundaki değişime karşı son derece duyarlıyız. OVP bu sorulara ilişkin net bir yönlendirme içermiyor.
Türkiye 2000’li yıllar boyunca daima ekonomik büyümeyi ön planda tutan politikalar izledi. Bu politikaların Türkiye ekonomisine etkileri neler oldu?
Türkiye ekonomisinin 2000’li yıllar boyunca yaşadığı büyüme süreci, son gözlemlerle birlikte değerlendirildiğinde, ekonomi literatüründe “erken sanayisizleşme” olarak tanımlanan süreci örneklendirmektedir. Bu konuda Türkiye üzerine de pek çok araştırma ve değerlendirme yapılıyor. Bir kez daha vurgulamakta yarar var. Türkiye’nin 2000’li yıllar boyunca yaşadığı büyüme süreci ve bu süreçte uygulanan politika ve tercihler, bugün yaşadığımız çok yönlü ve önemli yapısal sorunların belirleyicisi oldu.
Bu sorunların başında kronikleşen ve ciddi boyutlara ulaşan cari açık geliyor. Türk ekonomisinin büyümesi giderek dış kaynak girişlerine bağımlı hale geldi; Büyümek için sürekli cari açık veren, üretmek için ihracatı aşan düzeyde ithalata bağımlı bir yapıya dönüştü. Bu yapısal sorunun bir nedeni de hiç şüphesiz yukarıda özetlemeye çalıştığım “sanayisizleşme” sürecidir. Yine bu sürecin sonucunda Türkiye ekonomisi makine-teçhizat ve ulaşım araçları gibi orta ve orta-yüksek teknolojili segmentlerde ihracat paylarının giderek arttığı bir yapıya dönüşmesine rağmen bu segmentler halen net ithalatçı konumundadır. konum. Türk sanayisine net ihracat katkısı pozitif olan tek sektör halen emek yoğun, düşük teknoloji kategorisinde yer alan dokuma sektörüdür. Bu süreç ve geldiğimiz nokta, OVP’nin “katma değeri yüksek üretimi teşvik etme” hedefi açısından önemli bir soruna işaret ediyor.
Türkiye, Ekim 2021’de Paris Anlaşması’nı onayladı ve 2053 yılına kadar net sıfır sera gazı emisyonlu ekonomiye ulaşma taahhüdünü açıkladı. OVP’de bununla ilgili bir amaç var mı?
OVP’de “Yeşil Dönüşüm” başlığı altında, kalkınma planları doğrultusunda 2053 net sıfır karbon emisyon hedefi doğrultusunda uzun vadeli düşük emisyonlu kalkınma stratejisinin hazırlanmasına yönelik çalışmaların yürütülmesi amacı vurgulandı. en kapsamlı şekilde. Ancak bugün küresel ekonominin geldiği noktada gelişmiş ülkeler, hem iklim değişikliğiyle mücadelede yeni yaklaşımlar çerçevesinde hem de ticaret ve ticaretteki rekabet baskısı karşısında imalat sanayi üretimini ve dönüşümü merkeze alan bir politikaya yönelmektedir. Üretim Doğu Asya bölgesinden, özellikle Çin’den. Gelişmiş ekonomiler için önümüzdeki dönemde üretim ve verimlilik dinamiklerinin ve teknolojik dönüşümün yine “yeşil ve dijital” başlığı altında imalat sanayi üzerinden şekillenmesi planlanıyor.
Kuşkusuz bu küresel siyasi dönüm noktasında OVP’den beklenen, birbiri ile yakından ilişkili bu konuları (büyüme, sanayileşme, enerji, yeşil ve dijital dönüşüm) dengeli bir çerçevede ele almak olacaktır. OVP’de 2053 Net Sıfır hedefini açıklayan bir ülke için yerli kömüre ve saf kömüre ağırlık verilmesini hala yeşil dönüşüm ve enerji dönüşümü açısından tutarsızlık olarak değerlendiriyorum. Daha önce de vurguladığımız gibi büyümenin devamlılığı açısından dışa bağımlılık ve sürekli finansman ihtiyacı Türkiye ekonomisinin en önemli kırılganlıklarından biridir. Büyüme süreçleri dış kaynak girdilerine bağımlı, ihracatı ithalata dayalı, sanayideki düşük verimlilik ve emek yoğun üretim-ihracat yapısıyla, gelir-servet eşitsizlikleri ve yoksulluk sorunlarıyla tanımlanan bir ekonomiden bahsediyoruz. son dönemdeki yüksek enflasyon ortamında ciddi seviyelere ulaştı. Kısa, orta ve uzun vadede bu sorunları çözecek bir politika çerçevesine ihtiyacımız var.
‘EKONOMİK BÜYÜMEDEKİ ZAYIF GÖRÜNÜM TİCARİ İLİŞKİLERE YANSIYOR’
OVP ile birlikte Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisinde hangi tarafa kayacağına dair işaretler var mı? Ayrıca küresel ekonomik sistemde ne gibi gelişmeler yaşanıyor?
OVP’de son dönemde dünya ekonomisindeki gelişmelere özel bir bölüm ayrılmış olsa da bu gelişmelerin Türkiye ekonomisini ve kısa-orta vadeli politikaları nasıl etkileyebileceği konusunda net ipuçları verilmiyor. Kuşkusuz OVP’de bahsedilen gelişmelerin Türkiye ekonomisine yansıması dengeli ve kapsamlı bir ekonomik programın oluşturulması açısından kritik önem taşıyor.
Öncelikle geçen hafta yayınlanan UNCTAD – Ticaret ve Kalkınma Raporu, IMF ve Dünya Bankası tahminlerine paralel olarak küresel ekonominin 2023 yılında yüzde 2,4, 2024 yılında ise yüzde 2,5 oranında büyüyeceğini öngörüyor. Bu tahminlerin küresel ekonomi için son 40 yılın (kriz dönemleri hariç) en düşük büyüme oranları olması önemli. Son dönemde özellikle ağır teşvik politikalarının etkisiyle yukarı yönlü güncellenen ABD ekonomik büyüme oranları (2023 için %2, 2024 için %1,9) ve diğer gelişmiş ülkeler için iddia edilen büyüme oranları AB, Japonya, İngiltere) de Kovid-19 dönemi öncesine göre daha düşük. Ortalamanın altındaki büyüme oranlarını gösterir.
Ekonomik büyümedeki zayıf görünümün ticari çıkarlara da açıkça yansıdığını görüyoruz. Küresel mal ve hizmet ticaretinin 2023 yılında sadece %1 büyüyeceği tahmin ediliyor. Mal ticareti ise olumsuz yönde ilerleyecek. UNCTAD – Ticaret ve Kalkınma Raporu’na göre bu oranlar II. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde kaydedilen en düşük oranlar. Önümüzdeki dönem, gelişmiş ülkeler için stratejik segmentlerin ve kritik süreçlerin ülke içinde çizildiği, tedarik zincirlerinin coğrafi olarak yoğunlaştığı, yatırım, teknoloji ve ticaret politikalarının bu doğrultuda oluşturulduğu bir dönem olacak gibi görünüyor.
İlginç olan nokta, Çin ve ABD baskısı altında sanayi politikaları belirlemeye çalışan başta AB ülkeleri olmak üzere gelişmiş ülkeler için bu yeni politikaların 1960’lı ve 1970’li yılların kalkınma politikalarına benzer bir telaffuzla şekillenmesidir. ABD’de IRA (Enflasyon Azaltma Yasası) ile açıklanan, özellikle elektrikli araç, batarya, temiz sanayi teknolojileri ve yenilenebilir enerji satın alanlara yönelik 369 milyar dolar değerindeki teşvik paketi ve Çin’de bu alanlarda yaşanan gelişmeler ve AB’nin “küresel ekonomide güç sahibi olma” arzusu onu yarışında hızlı ve aktif adımlar atmaya zorladı. Burada, araştırma ve politika belgelerinde “yeni teknolojilerde ithalata bağımlı olmamak”, “sanayi dönüşümünün yurt içinde gerçekleştirilmesi”, “teknolojik bağımsızlığa yönelik yatırım”, “stratejik bağımsızlık”, “aktif sanayi ihtiyacı” gibi telaffuzlara rastlıyoruz. Son kırk yıldır küresel olarak kullanılan politikalar”. Ekonomiye yön veren liberalizasyon, karşılaştırmalı üstünlüğe dayalı serbest ticaret, mülkiyet hakları söylemlerinden oldukça farklıdır.
Bu açıdan bakıldığında, örneğin Kovid-19 salgını karşısında aşıya erişim konusunda, pandemi sürecinde maliye politikası olanaklarındaki derin boşlukta açıkça ortaya çıkan derin bölünmeler ve bağımlılıklar şüphe götürmez. Küresel iklim felaketleri karşısında dayanışmacı politikaların uygulanamaması, hatta vaat edilen finansman politikalarının (iklim fonu) hayata geçirilememesi devam ediyor. Gelişmiş ülkelerin iklim krizi karşısında uygulamaya başladıkları politikalar, büyüme/verimlilik düşüş dinamikleri ve “Çin tehdidi”nin hem siyasi alanı daraltabilecek bir ortam oluşturduğu bir döneme girdiğimizi söyleyebiliriz. Gelişmekte olan ülkeler ve bağımlılık çıkarları yaratıyor.
‘ZİRVE BİLDİRGESİNDE ‘ÇOK TARAFLILIK’ VURGUSU VAR’
BRICS batı ekonomik sistemine bir alternatif olabilir mi? 15. BRICS Tepesi kapsamındaki “BRICS Dostları” toplantısında Suudi Arabistan, Arjantin, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Mısır ve Etiyopya’nın BRICS üyeliğine davet edilmesi ne anlama geliyor? Türkiye BRICS’e yakın mı?
Şüphesiz ağustos ayında 15. BRICS Zirvesi’nde alınan karar doğrultusunda Brezilya, Rusya, Endonezya, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan BRICS topluluğu, Suudi Arabistan, Arjantin, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Mısır’ı kapsayacak şekilde oluşturulacak. ve Etiyopya. Genişlemeyi bu gelişmeler açısından değerlendirdiğimizde, gelişmiş ülkelerin belirlediği ve giderek şiddetlenecek rekabet ortamına yönelik bir hazırlık ve stratejik ortaklık çabası olarak görülebileceğini düşünüyorum. Yeni iştiraklerle BRICS üyeleri, küresel üretimin yaklaşık %30’una sahip değerli bir küme haline gelecek. Bu yeni iştiraklerin dışında 16 ülke daha başvuruda bulundu. Her ne kadar çok farklı ekonomik yapılara sahip olsalar da bu topluluk potansiyel olarak jeostratejik politikaların belirleyeceği yeni düzeyde bir ekonomik topluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Hill’in açıklamasında “çok taraflılık” vurgusu var. Bu grubun zaman içinde nasıl davranacağı önemli. Bahsettiğim UNCTAD Raporu, BRICS’in özellikle gelişmiş Kuzey’e karşı Güney-Güney işbirliği potansiyeli yaratabileceğini vurguluyor.
Türkiye geçtiğimiz günlerde BRICS’e katılma niyetini Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklamıştı. Ancak BRICS’e katılmanın Türkiye’nin Batı, özellikle AB ile ekonomik ilişkilerini nasıl etkileyeceği ve küresel düzeyde oluşan yeni ticaret, güç ve stratejik işbirlikleri açısından ne gibi sonuçlar doğuracağı da merak konusu. Bu değerlendirmelerin yapılması gerektiğini düşünüyorum.
ABD Başkanı Joe Biden geçtiğimiz günlerde Çin ekonomisini, getirdiği yükler nedeniyle “saatli bir bomba” olarak tanımlamıştı. Buna karşılık Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, ülke ekonomisinin “dayanıklılığına, muazzam potansiyeline ve canlılığına” değindi. Çin ekonomisinde neler oluyor ve bunun dünya ekonomisine etkisi ne olacak?
Çin ekonomisi, Kovid-19 salgınıyla ilgili karantina politikalarına son vermesinden bu yana hızla toparlanıyor. Ancak son dönemde de tartışıldığı gibi özel sektörde özellikle konut ve gayrimenkul sektöründe yaşanan zorluklar şüphesiz yatırım ve üretim dinamiklerine de yansıyor. Özellikle ABD ve AB’deki yeni sanayi politikaları çerçevesinde Çin’in uluslararası tedarik zincirlerindeki kritik rolünün nasıl şekilleneceği de küresel ekonomi açısından önem taşıyor. ABD-Çin ticari ilişkilerinde 2017 yılından bu yana yaşanan gerginliklerin, şüphesiz ABD ticaret talebi açısından hem bireysel ekonomiler hem de küresel ekonomi üzerinde önemli etkileri oldu. Örneğin ABD ticaret vergilerinin söz konusu olduğu alanlarda Çin’in yarattığı boşluğun Meksika, Malezya, Çek Cumhuriyeti gibi birçok farklı ülke tarafından doldurulması önemli. Bunun bize yeni şekillenen ekonomik bağlardaki fırsatlar ve zorluklar hakkında da fikir verdiğini düşünüyorum.